She needs to rest now.

Anneannem ölmeden önce,
bir mektup tutuşturdu elime.
"10 yıl sonra." dedi sessizce
"Senin için, sen aç diye."
Hafif bir esintiyle
bıraktı beni bir hastanede,
biraz önce bir anneanne
ve artık bir ceset ile.
Ellerimde taşıdığım hediye
kilitledi parmaklarımı zehiriyle
bir zamanların yüreğinde
şimdi bomboş bir kelime.
Yırtınca zarfı o belirsizlikte
bir fotoğraf düştü yere
kirli tonların çevresinde
hiç bilemediğim güzellikte.
Bir melek dokundu gözlerime.
Bir şeytan cehennemime.
Yerde uzanmış eski bir karede
öptüm ölümü gölgesiyle.
Bir fotoğraf, bir cenaze
bir sonbahar denizine
akan kaybolmuş son çare.
Renkleri kaybolmuş senelerce,
bir hüzün mü bu gülümseme?
Bil ki içi amorf saklı minik çerçeve,
duvarlarımın ardında gezinen hislerime
tek bir damla inleme
yeterdi belki de.
10 yıl gibi geçti her saniye
ve çürüdü ceset gözlerimin önümde
ve canlandı bir hatıra zihnimde
bir fotoğrafın grileriyle.
Sordu utanmadan "Niye?"
"Niye bu anlamsız gaye,
geride tek kalan benim işte.
Ben, senin anılarına dere
ta ki sen de yok ol ebediyette,
bir ben kalayım geride."

Anneannem ölmeden önce
öperdi beni tüm sevgisiyle.

Ve ben gömdüm onu yine de,
kendimi gömdüğümü bile bile.


Good old fool

Eskişehir'e gitti. Tanıdık bir yüz aradıktan sonra vazgeçip suratların arasına karıştı. Çay içti. Sigara içti. Bekledi. Hoca dediği kişinin elini sıkarken artık derse devam edip okulunu bitireceğini söyledi. Eğlenmedi. Sıkılmadı. Sadece yolculuğun yorgunluğunu hissetti. Sert bir rüzgar esiyordu, temiz bir hava vardı, şehir miskindi. Çay içti, sigara içti. İçinde sonsuzluğu dolduracak kadar geniş bir boşluk her nefesinde daha da büyüyordu ama yapabileceği bir şey yoktu. Çok geçti. Her adımında artan gerginliği saçma bir his olarak değerlendirdi. Çok derinlerde bir ses martıları özlediğinden bahsediyordu, ama artık o çok derin sesleri dinlemiyordu. Zaten İstanbul'a döndüğü zaman hepsini unuttu.

Great box city

Denizi tuttum
ve kaybettim
 yine beni.

Sönsem, şehrin ışıkları da söner mi?
Bakar bana dalgaların kör gözleri,
bu kördüğüm hiç bağlar mı bizi?

Bu şehir kartondan,
deli eder beni.
Bu karton şehir
ve onun karton hisleri.

Lost diver

Geçmiş denizi, zihnim. 
Hayaller balık yemi.
Bugün'ü yüzmüyorum.
Yarın'a rotam yok.
'Kara göründü!'
İçim gibi kapkara.
Bir batık kalacak benden. 
Yelken açılmayan anlara.

Sweet punishment.

Güneş sınırsız bir ufka doğru yayılıyor ve evrenin ilk adımlarını attığı uzaklıklardaki kum tepelerinde keyifle ışıldıyordu. Keskin gölgelerin altında bir kaktüs merkezinde büyüdüğü ıssız bölgenin efendisi olmanın huzuruyla kollarını açmıştı. Erkeğini öldürmüş dişi bir akrep gizemli evriminin tüm iksiriyle ağır ağır ilerliyordu. Zamanın daha misafir olmadığı bir kabilenin kalp atışları hızlanmıştı. Fırtına durulmuş ve çölün soğuk acımasızlığında mahkeme kurulmuştu.

Genç kadın yaptığı şeyin suç olduğunu biliyordu. Yaptığı şeyin evrenin her yerinde ve her zamanında suç olacağını biliyordu. Her şekilde suçluydu. Buna rağmen yapmıştı ve yine yapacaktı. Doğasındaki karmaşık gücü durduramazdı. Bir adamı sevmişti. Adama onu sevdiğini göstermişti. Olabilecek en basit şekilde.

Ulu bilge elindeki ağır taşı bilgeliğini paylaştığı kabilesine doğru tutarak kükredi. 'İlk günahı taşsız olan atsın!'

Tenini yakan çöl rüzgarı sesini dağıtırken beceriksizce 'Ay pardon ya.' diye ekledi. 'Ters oldu, şey diyecektim ya...'

Genç kadın kuma gömülmüş bedenini oynattı ve ışığın altında parlayan yüzündeki dehşet dolu ifade yavaşça yerini sinir krizi eşliğinde kahkahalara bıraktı. Böyle bir durumda gülmemeye çalışmasının pek anlamı yoktu, son gülüşünü umarsızca kuru kumlara saldı.

Bir an geçti.

Kanla dolu bir an.

Geçti ve çok uzaklarda yitip gitti.

Kadının çevresinde toplanmış kalabalık duruldu ve kendilerini tutamayacaklarını anladılar. Mahkemenin isli çölünde kollektif bir gülme seansı başladı.

Tanrıların yeryüzündeki siması olan ulu bilge sırayla kadına, kalabalığa ve elinde tuttuğu büyük taş parçasına baktı. Artık o da kendini durduramayacaktı. 'Zaten bizden de öyle çok inançlı kafayı yemiş manyaklar çıkmazdı zaten, kimi kandırıyoruz?' diye sordu neşeyle.

Genç kadını serbest bırakmak için kumu kazdıkları zaman su buldular.

Kimse farketmedi ama ertesi gün çöl biraz daha yeşildi.