Genç kadın yaptığı şeyin suç olduğunu biliyordu. Yaptığı şeyin evrenin her yerinde ve her zamanında suç olacağını biliyordu. Her şekilde suçluydu. Buna rağmen yapmıştı ve yine yapacaktı. Doğasındaki karmaşık gücü durduramazdı. Bir adamı sevmişti. Adama onu sevdiğini göstermişti. Olabilecek en basit şekilde.
Ulu bilge elindeki ağır taşı bilgeliğini paylaştığı kabilesine doğru tutarak kükredi. 'İlk günahı taşsız olan atsın!'
Tenini yakan çöl rüzgarı sesini dağıtırken beceriksizce 'Ay pardon ya.' diye ekledi. 'Ters oldu, şey diyecektim ya...'
Genç kadın kuma gömülmüş bedenini oynattı ve ışığın altında parlayan yüzündeki dehşet dolu ifade yavaşça yerini sinir krizi eşliğinde kahkahalara bıraktı. Böyle bir durumda gülmemeye çalışmasının pek anlamı yoktu, son gülüşünü umarsızca kuru kumlara saldı.
Bir an geçti.
Kanla dolu bir an.
Geçti ve çok uzaklarda yitip gitti.
Kadının çevresinde toplanmış kalabalık duruldu ve kendilerini tutamayacaklarını anladılar. Mahkemenin isli çölünde kollektif bir gülme seansı başladı.
Tanrıların yeryüzündeki siması olan ulu bilge sırayla kadına, kalabalığa ve elinde tuttuğu büyük taş parçasına baktı. Artık o da kendini durduramayacaktı. 'Zaten bizden de öyle çok inançlı kafayı yemiş manyaklar çıkmazdı zaten, kimi kandırıyoruz?' diye sordu neşeyle.
Genç kadını serbest bırakmak için kumu kazdıkları zaman su buldular.
Kimse farketmedi ama ertesi gün çöl biraz daha yeşildi.
1 yorum:
Selam can. Hikaye çok çok tatlı ama son cümlesi öyle güzel ki. Ara ara geçmişime dönüp bu cümleyi kuran zihnime teşekkür etmek istedim. Hep böyle kalabilirdin, belki farklı bir can olarak...
Yorum Gönder